Çınaraltına herkesten önce gelmiş ve kendisine açık bir çay söylemişti. Arkadaşlarıyla hep burada buluşurdu Aysel. Dünden beri içi içine sığmıyordu. Ekibe acil toplanma alarmı verip harika bir havadisinin olduğunun ip uçlarını vermişti. Detayları ise yüz yüze aktaracaktı. Kim bilir duyduklarında nasıl şaşıracaklar ve onun ne kadar şanslı olduğunu düşüneceklerdi… O anı hayal edince yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Öyle ya böyle bir evlenme teklifi almak kaç genç kıza nasip olurdu ki…
Çayından bir yudum daha alarak telefonunu çıkardı çantasından. Dün çekildikleri bir milyon fotoğraf arasından en güzellerini seçmeye başladı. O sırada güneşin son ışıkları çınarın yapraklarını kızıla boyuyordu. Gün tüm ihtişamıyla biterken çınar altındakiler bu gerçek resimle değil ama ekranlarındaki filtrelenmiş resimlerle meşguldü. O evlilik teklifi gelene kadar kaç kez takılmıştı Aysel sevgilisine. “Bak karatı öyle seç ki, fotoğrafımı paylaştığımda göz alsın pırlantam.” Nasıl evlilik teklifi yapması gerektiğini sevgilisine en ince detaylarıyla anlatmıştı. Elbette o anlarını çekecek bir kamera da doğru açıda konumlanmalıydı. Evet en önemli detay buydu aslında. Sevgilisi de Aysel’in taleplerine harfiyen uymuş ve tam da onun beklediği gibi bir evlilik teklifi yapmıştı. Her şey Aysel’in planladığı gibi olmuştu. Şimdi sıra bu mutluluğunu paylaşmaya gelmişti.
Bu arada arkadaşları da birer ikişer gelmiş ve ekip toplanmıştı. Meraklı gözlerle Aysel’e bakıyorlardı. Tam o sırada içlerinden biri heyecanla “Bir saniye” dedi. “Az önce Hande’nin sosyal medya hesabında yaptığı paylaşımı gördünüz mü? Ne adamlar var ya! Kız için boğazın en güzel restoranını kapatmış resmen. Hele tek taşına bayıldım. Kraliçe Elizabeth’te yoktur böylesi.” Hande’nin paylaştığı evlilik teklifi fotoğrafları elden ele dolaştı. Herkes farklı bir detaya dikkat çekiyordu. Aysel de kızın pırlantasının karatına takılmıştı. Kendisininkinden daha büyük ve parlak gözüküyordu. Bir anda tüm hevesi kaçtı. Yanındaki arkadaşı:
-Ee anlatsana, senin için toplandık. Neyin şerefine içiyoruz bu çayları?
Aysel daldığı yerden çıktı. Kucağında sıkı sıkıya tuttuğu çantasının kopçasıyla oynuyordu. Başını bile kaldırmadan:
-Önemli bir şey yok, sizi görmek istemiştim.
Sonra gözlerini kaçırarak:
-Yapmam gereken bir işi hatırladım, bana müsaade kızlar.
Karanlık çökünce kapanan akşam sefası gibi bütün neşesi solmuştu. Arkadaşlarının şaşkın bakışlarına aldırmadan toparlanıp kalktı. Peki neydi insana kendisini mutsuz veya başarısız hissettiren şey? Somut şeylere soyuttan daha fazla anlam yüklemesi… Bir insanın başka bir insanla birlikte yaşamayı, yaşlanmayı istemiş olması ve bu dile getirmesi zaten yeterince önemli bir olay değil miydi? Neden bir de bu teklifin türlü şovlarla süslenmesi gerekiyordu ki? Ve de insanın kıyasları… Başkalarının sonuçlarıyla ilgilenmesi. Oysa her zaman, her olanağın daha iyisi ve kötüsü var.
Somut şeylerde bereketi arttıran davranışlar olduğu gibi mutluluğun da bereketini arttıran ve azaltan hamleler vardır. Bu hayatta birinin yokluğunu çektiği bir şey, bir başkasına imkan olarak verilir. Her insan farklı farklı yerlerden ikramlanır. Bazı kişilere hayırlı eşler, evlatlar verilir, bazılarına ilim, bazılarına sağlık, bazılarına maddi olanaklar…
Dünyada da her şey her yerde bulunmaz. Mesela denizin dibinde inci, madenlerde elmas, anne rahminde bir can gizlenir. İnci sokaktan geçerken bulunmaz, elmasa ulaşması da öyle kolay olmaz…
Kıymetli olan her şey gizlenir ve gizlendikçe de kıymeti artar. İnsan da kendi öyküsünde verilen imkanları göstermeyi değil gizlemeyi seçtiğinde mutluluğun bereketi artar.