İnsanoğlu kendine verileni değil, verilmeyeni istiyor.
Verilenler insanın hayrınadır; ancak insan verilenlerin kıymetini bilmiyor.
İnsan yetinmiyor. Kendine verilmeyeni bekliyor, beklentisini yükselttikçe yükseltiyor…
İnsanın gönlü verilmeyende olunca, gözü hiçbir zaman verilenle doymuyor.
Gözü doymayanın gönlü doymuyor, kalbi tatmin olmuyor.
Tatmin olmayan kalp huzur arıyor.
Somutluklarla o huzuru bulacak zannediyor.
Bir beklenti ki alıp başını gidiyor…
İnsan aldanıyor, huzuru beklentiye kavuşmakta arıyor.
İnsan beklentisini gerçekleştirmek için harekete geçiyor.
Beklenti yükseldikçe ona çıkan her yol meşru olmaya başlıyor,
Medeniyetler yıkılıyor, her şeyden habersiz, yıkıntılar arasında dolaşan kuzular keskin nişancılarla vuruluyor,
Açlıkla ölüm arasında sıkışan masumlara, konserve kutulu bombalar yağdırılıyor,
Soykırım yapılıyor…
İnsan gerçekten çok zalim! Ne yazık ki beklentisine kavuşmak için insan olmaktan çıkıyor…
O kadar inanıyor ki beklentisine kavuşacağına,
Bunun kendisine vaat edildiğini dünyaya haykırıyor.
Başkalarını inandırmak için söz veriyor ama sözünü tutmuyor,
Emanet alıyor ama ona ihanet ediyor ve hep yalan söylüyor.
O kadar çok yalan söylüyor ki, artık kendi bile sahte ile gerçeği ayırt edemez oluyor.
Vadedilmiş topraklara kavuşmak için hayatı bir illüzyonda yaşamayı tercih ediyor…
Vadedilmiş topraklar varsa muhakkak onu vaat eden Bir’i de var.
O, gerçekten insana toprak vadetti: “Her canlı ölümü tadıcıdır” dedi.
İnsan elbet vadedilmiş toprağına kavuşacaktır.
O gün, bulduğunun umduğundan farkını gören nasıl bir travma yaşayacak?
Ne mutlu verilene şükredenlere!
Ne mutlu verenden razı olanlara!