Hiçbir şey birdenbire olup bitmiyor bu hayatta. Her olayın önünde ve arkasında bize gösterilenler var… Yaratıcı önceden gönderdiği işaretlerle bizi hazırlamış acı ve tatlı olaylara. Aniden karşılaşıp şoka girmeyelim ya da travmalar yaşamayalım diye. Ders çıkartmamız için de her olayın
O gün sen haksızlığa uğramıştın… Canın çok acımıştı hani… Gücün yetmemişti değiştirmeye, öylece kalakalmıştın… Boğazına düğümlenmişti acın hani… Hani burnunun direği sızlamıştı da gözünün yaşını zor tutmuştun… Öylece durmuştun… Ve öylece susmuştun… İbrahim’in ateşe sustuğu gibi susmuştun…O gün sen haksızlığa
İnsan birçok muhtaçlığı olan bir canlıdır. Barınmak, yemek yemek, su içmek, giyinmek gibi somut ihtiyaçları vardır. Bunların yanı sıra soyut ihtiyaçları da vardır. Her insan sevilmek ve saygı görmek ister. Bazen insan en yakınları tarafından dahi sevilmediğini hisseder. O sevgisizlik
Diğerleriyle bağlantısı, ilişkisi olmayan bir ağaç nasıl sahteyse ve çürümeye mahkumsa; yargılar da böyledir. O yargıyı ispatlayan, ilişiğindeki diğer sebepler yoksa; bu sadece nefsi bir cümleden öteye gitmez. Ve nefsi cümlelerin kişiye değer katan, kişiyi yücelten bir karşılığı yoktur. Onlar
Hayatta bir tarzı olmalı insanın. Emin kişi, tarzı olan kimsedir. Söylediği ile yaptığı birbiri ile tutarlıdır. Samimiyeti sözlerinden, kullandığı kelimelerden, ses tonundan, vurgularından belli olur. Küçük baskıda da büyük baskıda da ondan bekleneni, aynı emin tarzı sergiler. Birileri onun hakkında
Bilgi güç veriyor insana. Bileni bilmeyenden ayrıcalıklı kılıyor. Hele bir de o bilgiyi kullanıp marifete dönüştürünce bilenin hayatı kolaylaşıyor. Bu bilgelik konfor katıyor hayatına. Bilgelik düşlerini süslüyor insanın. İyi güzel de farkında mıyız ki “bilgi” gerçek değilse “bilgeliğin” de gerçek
Herkes kurban verir zamanı geldiğinde; sevdiği için sevdiği şeylerden… Sevdiğin için sevdiklerinden kurban edebilmek; Sevilenin her şeyden çok sevilmesini gerektirir. Yoksa kim feda edebilir ki sevdiği şeyi herhangi biri ya da herhangi bir şey için… Kurban, yakınlaşma çabasıdır sevilene, feda
Soluk bir mavi ile iki göz.. İnsanın kalbini alıp yumuşatan masum bir bakış.. Meraklı bir ifade ve saflık kokan bir yüz.. Bu öyle bir masumiyet ki insanın yüzünde tebessüm oluşturan bir hal, mutlu eden bir hal… Bir çift göz… Mahallemizin
Evrende insan kendi halini görebilseydi acziyetininde farkına varırdı. Evren uzay dünya ve bilmediğimiz milyonlarca alem… Konuşurken insan zaten inkar etmiyor ve “ne kadar da küçüğüz” diyebiliyor. “Yaratılış sebebi bu kadar anlamlı başka bir canlı var mı acaba?” diye düşünmeden edemiyor
İnsan, hep gerçeği bilmek ister. Gerçekten mi? Bana doğruyu söyle! Hakikaten mi? İnsana söylenen çok basittir aslında… Gülümse! “Bu mu yani? Bunları biliyorum, gülüyorum ya işte!” der hep insan. “Keyifli bir insanımdır aslında…” “Böyle basit şeyleri anlatma bana…” “Ne
İşe yeni başlayanları “gerçek şoku” tehdit ediyor. Bu durum, yeni mezunların iş hayatına dair beklentileri ile çalışma hayatının gerçeklerinin uyumsuzluk süreci. Gerçek şoku ilk işin hızla değiştirilmesine sebep olabiliyor. Hayal kırıklığı ile başlayan bir başlangıç, kişinin sonraki iş yaşantısını da
Çalışma şartlarının ve para kazanmanın zorlaştığı bu dönemde kazandığımız miktarlar çoğu zaman bize yetmiyor. Ve çoğumuz paramızın miktarı artarsa daha rahat geçinebileceğimize inanıyoruz. Aslında miktarın artmasından çok daha önemli bir değer var paramıza, yaşantımıza katmamız gereken… Unuttuğumuz ve artık önemini
Sorsanız az uğraşmamıştı bu pozisyona gelebilmek için… Yükselmek için karşısına çıkan her fırsatı değerlendirmişti. Olumlu sonuçlanan her işin başarısında kendisinin katkısını ispatlayacak bir pay bulurdu. İşin başlangıcında uğraşanlar arasında olmasa da iş olumlu sonuçlanacağı nerdeyse kesinleştiğinde devreye girerdi. Bu sayede
Cevap basittir aslında. Tek cümle… “İnsanın iç huzuru olsun yeter.” Peki, huzur için ne gerekir? İşte o anda dökülür, virgüllü, sıralı farklı farklı cümleler… Önce sağlıklı olacaksın… Sağlık bir kez bozuldu mu hiçbir şeyin kıymeti kalmıyor. Peki, bu kadarı yeterli
Hayat niyetlerinize değil, davranışlarınıza göre şekillenir. Gerçek bu, peki sen bu gerçeklere hazır mısın gerçekten? Bu cümleleri duyunca şaşırmıştı Alime. Ne kadar hazırdı acaba gerçeği duymaya? Uzun zamandan beri anlatılanlar ilk defa onu etkilemişti. Yaşadığı ilişki sonrası Zeynep’in davetiyle gelmişti
İnsan, öğrenebilen bir canlı… Bilmediğini öğrenip hayatına katabilir, kendini geliştirmeyi seçebilir ve doğru tercihler yaparak dününden daha iyi olabilir. İnsanın diğer canlılardan farkı, gücü buradan gelir. Öğrenme yöntemi olarak sıklıkla deneme-yanılma yöntemini kullanır. Dener ve yanılır… Ticaretinde büyümeyi hedefler ve
Lojmanda yetişmişti Mustafa. Annesi ve babası memur, arkadaşları ise memur çocuklarıydı. Steril bir ortamda, giriş-çıkışı kontrollü, tehdit ve tehlikesi az olan bir yerdi yaşadığı yer. Üç arkadaşı vardı; Ezgi, Betül ve Süleyman. Bir de kardeşi Ömer, kendisinden dört yaş küçüktü.
İnsan bazen gerçek ihtiyaçlarını fark edemez. İhtiyacının eksikliğini yaşar ama yaşadığı eksikliğin o ihtiyaçtan kaynaklandığını anlayamaz. Ta ki ihtiyacı giderilinceye kadar… Tam da o zaman anlaşılır; meğer eksik olan şey ne önemli bir ihtiyaçmış… İşte “Tutarlılık” arayışı böyle bir ihtiyaçtır…
Yamacın üzeri yemyeşil otlar ile kaplıydı. Otların içerisindeki beyaz kır çiçekleri adeta gelin duvağını anıdırıyordu. Hafif esen rüzgârla çiçeklerin kokusu her yere dağılmıştı. Bir yandan kuş cıvıltıları, bir yandan rüzgarın esintisi ile dağılan mis kokular…Yer, gök, yürek her yer çiçek
Bir ateş çemberinin içinden geçer bazen insan. Çok acır canı. Derisi kavrulur sanki. Bazen bilir, içten içe bir şeylerin hiç de yolunda gitmediğini! Ama “Mecburum” der. “Mecburum, yoluma böyle devam etmeye…” “Böyle gelmiş böyle gider…” Bir düşün şimdi! İçinde bulunduğun
İstiyorum ama ne istiyorum? Anne bana karışma, benim de bir benliğim var ? özgürlüğümü kısıtlayamazsın anne. Peki özgürlük ne? Benlik ne? Ya asilik? Ya irade? Kim bilir bilseydim belki de böyle olmazdı. Baba ben aşığım evlilik aşk olmadan olmaz.Ben aşk
İstanbul’da sabah, her yeri sis kaplamıştı. Hava garip, basık bir sessizlik hâkimdi. Kendi kalp atışlarını duyabiliyordu insan sadece. Bunalmıştı Işıl, arabayla sisli yolda ilerlerken. “Nasıl bir sis, önünü göremiyor insan”diye mırıldandı “Hayat da bazen böyle değil miydi? Bir sonra ki
Hayatın içinde öyle anlar vardır ki insan karar vermekte zorlanır. İleri adım attığında neyle karşılaşacağını öngöremediği için seçim yapmak zor gelir. Karar verme güçlüğü kişinin ya kendisinden ya da kendisi dışındaki şartlardan kaynaklanır. Kendisiyle direkt alakalı olan kısım; bir işin
Sebepler… Nedir sebepler? Toprak Işık Su Isı… Tohum… Niyet… Sonuçlar… Nedir sonuçlar? Ağacın dalındaki meyve… Peki meyveye bakıp görebilir misin onu meydana getiren sebepleri? Sebepler bir araya gelir ve kabul gördüğünde sonuç meydana gelir… Nedir sebepler? Er başlamak,İhtiyacı merak etmek,İhtiyacı
Dünyaya baktığımızda her şeyin bir sebebi ve bu sebebin de bağlı bulunduğu bir sonucunun olduğunu görürüz. Var olan her şey belli bir düzen içresinde varlığını sürdürmektedir. Nereye bakarsak bakalım bir sebep ve sonuç ilişkisi olduğunu görürüz sebepsiz hiçbir şey olmaz
Kadın önündeki kahve fincanına dikkatle bakıyordu. Uzun, ince parmakları ile fincanı sıkı sıkıya kavramıştı. Kendisi de parmakları gibi uzun ve inceydi. Küçücük fincanın üzerine eğilince vücudu neredeyse bir soru işaretini şeklini alıyordu. Zaten dalıp gitmesinin sebebi de kafasındaki sorulardı. Soruların
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, deneyimlerden faydalanarak strateji tasarlamak demektir. Strateji, işe yarayan kurallar bütünü anlamına gelir. Deneyim, geçmişi tasarım ise geleceği temsil eder. Geçmiş deneyimlerin, geleceğin tasarlanabilmesi için aktarılmasıdır. Deneyim nedir?İnsanlar deneyim ile yaşanmışlığı birbirine karıştırırlar. Yaşanmışlık bir süreçte bulunmak, zaman
Adam mahkeme salonundan içeri girdi. Bir anda salonda ki tüm konuşmalar kesildi. Sonrası… Kesik kesik ağlama sesleri ve fısıltılar. Herkes ona bakıyordu, kimileri şefkatle, kimileri ise nefretle. Öyle ya… İnsan hep kendi yargısıyla bakar olaylara. Henüz hüküm kesinleşmemişti ama insanlar
Bu hayatta her insan mutlu ve başarılı olmak ister… Bunun için, Ama insan bazen mutlu olmak için çıktığı yolda yaptığı seçimlerin sonucunda mutsuz da olabilir. Bu yüzden düşünür: “Keşke yaptıklarımın doğru mu yanlış mı olduğunu anlamamı sağlayacak bir yol olsa.” “Keşke
Sallanan koltuğunda bir öne bir arkaya hareket ederken bir yandan etrafını saran güzel odaya bakıyor, bir yandan da düşüncelere dalıp gidiyordu. Duvarda pembe mavi minik kalplerle bezeli duvar kağıdı. Pembe bulut şeklinde raf ve üzerinde fotoğraf çerçeveleri, atlı karıncadan müzik kutusu… Ve
İşten eve gelirken “Arabayı park etmekte zorlanacağım şimdi!” diye düşündü. Nalan, her seferinde araba park etmekte bir sorunla karşılaşırdı. Evleri cadde üzerinde ve evlerinin önünde araç park yeri olmasına rağmen yer bulamazdı. O yerin bu apartmanlara ait olduğuna dair bir işaret yoktu,
Çınaraltına herkesten önce gelmiş ve kendisine açık bir çay söylemişti. Arkadaşlarıyla hep burada buluşurdu Aysel. Dünden beri içi içine sığmıyordu. Ekibe acil toplanma alarmı verip harika bir havadisinin olduğunun ip uçlarını vermişti. Detayları ise yüz yüze aktaracaktı. Kim bilir duyduklarında
Masanın üzerindeki cam su şişeleri ışık vurdukça parlıyordu. Cam şişe suyu koruyan sarmalayan bir gövde gibiydi. Güneşin ışıkları suyun üzerinde ışıltılar meydana getiriyor, ışıltılar birbirini kovalayarak dans ediyordu. Su ışığı güzel yansıtırdı zaten. İnsan da suya benzediğince güzelleşirdi. Yönüne uyum
İnsanoğlu kendine verileni değil, verilmeyeni istiyor. Verilenler insanın hayrınadır; ancak insan verilenlerin kıymetini bilmiyor. İnsan yetinmiyor. Kendine verilmeyeni bekliyor, beklentisini yükselttikçe yükseltiyor… İnsanın gönlü verilmeyende olunca, gözü hiçbir zaman verilenle doymuyor. Gözü doymayanın gönlü doymuyor, kalbi tatmin olmuyor. Tatmin olmayan kalp
İBRAHİM’İN ÖYKÜSÜNDE, ATEŞİN İÇİNDESİN… İçindesin… Şimdilik… Ateşin içinde… En korkabileceğin yerdesin… Zulmün iliklere kadar işlendiği, Zalimin haddi geçtiği yerdesin… Ateşi yaktırdığı yerdesin Nemrut’un, Gerçeği söyleyen ve yaşayan için… Unutulduğu yerdesin şimdi, İyiliğin ve güzelliğin… Ortasındasın karmaşanın ve belirsizliğin… Her şeyin
Bağ kurabilmek, konuşmacı olmaktan daha etkili… Çünkü o insanla bağ kurabildiğinde onun dünyasına açılan kapıyı bulmuş oluyorsun ve etkileşim başlıyor. Tek başına konuşmak, etkileşim için yeterli olmuyor. Ama etkileşim varsa konuşmanın, bakışının, dokunuşunun anlamı karşındakine temas ediyor. Yani senden çıkanların
İnsan yanılgıları arttıkça sorumluluklarından kurtulmayı özgürlük zannetmeye başlar. Sorumluluklarından kurtulmayı başarmak özgürleşmek demek değildir oysa. Bir horoz sabah erken ötmekten kurtulduğu zaman daha özgür bir horoz olmaz; işe yaramayan bir horoz olmaya başlar. Bir elma ağacı elma vermekten vazgeçtiği zaman
Selin sabah çok zor kalkmıştı. Telefonun alarm sesini sevdiği müziklere göre değiştirse de her sabah o sesi duymaktan nefret ederek uyanıyordu. Telefonun alarmını durdurdu ve yerdeki kolilerin arasında ilerlemeye çalıştı. Evde her yer her yerdeydi. Eşyaların bir yarısı kolilerde diğer
Sonbaharla birlikte gelmişti sanki bu hüzün onlara… Oysa çok değil birkaç hafta öncesine kadar ne kadarda mutluydular. Sevdiği adamla birlikte, aynı evde olmanın verdiği huzur, hayat yolunda ele ele birlikte yürümenin güzelliği… Aldıkları o güzel haberle mutlulukları katlandıkça katlanmıştı. Anne olacağı
Kırmızının bu tonunu seviyordu. Koyu değildi ve parlak bir rengi vardı. Çok önemli bir inceleme yapıyormuşçasına parmakları arasında duran kalemi hafifçe çevirip inceledi. Ardından defterine yazdığı “yapılacaklar listesi” satırına yeniden baktı… Yine senenin o zamanlarıydı. Biri bitmek üzereyken, yenisi
Bırak mükemmeliyetçiliği, sen çabana bak. Sen mükemmel olduğun için kabul edilmiyor yaptıkların. Sen çabaladığın, düşüp düşüp kalkıp tekrar devam ettiğin için kabul ediliyor. Mücadeleyi bırakmadığın, Sebeplerine sarıldığın, Bedel ödemeye devam ettiğin, Gözünün yaşını silip, üstünü silkeleyip ‘evet nerede kalmıştık’ diye
Duymak istemiyordu, elleriyle kulaklarını kapadı. Ama tüm hücreleri dile gelmiş; “Senin gerçeğin ne? Senin gerçeğin ne?” diye bağırıyordu sanki. “Ne demek istemiştir? Şimdi gerçek böyle kişiye göre değişen bir şey mi? Benim gerçeğim neden farklı olsun ki? Of ya iyice
Arka bahçeye bakan pencereden ikindi güneşinin son ışıkları süzülüyordu odaya. Bu oda sanki evin son odası gibiydi; en arkada, günün son ışıklarını alan tek oda… Zeminde kullanılan zamanın en kaliteli parkesi geçen yıllarla eskimiş, parlaklığını kaybetmişti. Parkelerin üzeri yer yer